Tarihçiler, Sakarya adının “Sangarius” tan geldiğini, bu adın da eski Frikya bölgesinde Sakarya’nın doğduğu yer olan “Sangia” şehrinden alındığını yazarlar. Bu şehir, Eskişehir sınırları içindeki Çifteler ilçesinin 3 kilometre güney doğusunda yer almaktaydı. Bu gün de burada kaynayan ve küçük bir göl haline gelen yer altı suları, Sakarya’nın kaynağı olarak bilinmektedir. İlk yerleşimci olan Frigyalılar M.Ö. VII. yüzyılda bu bölgede hüküm sürmekte iken, bu nehre kendilerince kutsal sayılan “Sangari” adını vermişler ve bu isim sonraları, “Sangarios” (Sangarius) ve saldırgan anlamına gelen “Zakharion” biçimine dönüşmüştür. İlin adı olan “Sakarya”nın MÖ. III ve MS. IV. yüzyıllar arasında bölgemizde yaşayan Bithynlerin Kraliçesi “Sangarius”un adının zamanla söyleniş değişikliğinden geldiği rivayet edilmektedir. Nitekim bölgemizdeki “Geyve”nin Bithyn “Gekve Hanım”dan, yine Sakarya Nehri’nin adı olarak yer yer söylenen “Sangari” veya “Sakari”nde bu rivayeti doğrular gibidir.
Ana Tanrıça Söylencesi
Sakar Dede Söylencesi ve Türbesi (Erenler)
“Geçme namerd köprüsünden
Ko aparsın su seni
Sinme tilki gölgesine
Ko yesin aslan seni”
deyip suya dalmış ve karşıya geçmiştir. O günden itibaren yeni yatağından akan bu ırmak halk arasında Sakarya Nehri adını almıştır. Ve o gün bugün Erenler Tepesi’nin eteklerindeki türbede yatan ermişin “Sakar Dede” olduğuna inanılmış. Günümüzde Erenler ilçesinin sınırları içinde türbesi de olan “Sakar Dede”den söz ederken “Sakar ya…” biçiminde halk arasında söylenişinin yaygınlaşmasından sonra “Sakarya” adı ortaya çıkar. Yani Sakarya adını bir Anadolu ereninden alır. Selçuklular, Anadolu’nun tamamı Türklerin egemenliği altına alınınca nehre ve çevresine bu erenden dolayı “Sakarya” adını verirler.
Ağaç Baba Söylencesi ve Türbesi (Erenler Tepesi – Erenler)
“Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. İki dünya mutluluğu bulmak istiyorsanız, benim gibi ağaç dikin. Kısaca benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi ma’mur etmek istiyorsanız ağaç dikiniz…”
Ağaç Baba öleli, yıllar, yüzyıllar olmuş. Ama ölmeyen, halk arasında yaşayan bir vasiyeti olmuş.
Sabancı Baba Söylencesi ve Türbesi (Erenler Tepesi – Erenler)
Şeyhler Söylencesi (Kaynarca)
Şeyh İzzettin İsmail Söylencesi ve Türbesi (Hendek)
Yaşlı adam, bohça üstünde kalan pilav ile çöreği bohçaya sarar, bohça ile yanındaki arpa torbasını kumandana verir ve bunları da bir dahaki acıktıkları yerde yemelerini, arpa ile de atlarınızı yemlemelerini söyler. Kumandan tereddütsüz yaşlı adamın kendisine verdiklerini alır ve yaşlı adama, teşekkür eder. Kumandan o vakte kadar meydana gelen bu olağan üstü olayın etkisinde kaldığından yaşlı adama, adını ve kim olduğunu da sormaz. Askerleri toplayıp Düzce yönüne gitmek üzere iken yaşlı adama, kim olduğunu sorar. Kumandana adının Şeyh İsmail olduğunu söyler. Kumandan, Şeyh İsmail ile vedalaşır ve askerinin başında Düzce yönüne doğru hareket eder. Kumandan ve askerleri Düzce taraflarına gidip seferini yapar ve sonra Orhan Bey’in yanına dönerler.
Bir zaman sonra Orhan Bey, o kumandanla Düzce tarafına sefere çıkar. Şeyhler Köyü’ne yaklaştıklarında kumandan, Orhan Bey’e, önceki seferlerinde buradan geçerken askerin yiyecek ve içeceği ile atların arpası tükendiğini ve asker arasında açlık başladığını anlatır. Ardından bir askerini ilerideki Türk köyüne yiyecek, içecek bir şeylerle, atlar için arpa almaya gönderdiğini söyler. Askerin o köyde rastladığı Şeyh İsmail adında bir zata, sıkıntı içinde olduğumuzu belirtince, Şeyh’inde ailesine pilâv, çörek, ayran hazırlattığını ve atlar için de bir torba arpa alıp yanlarına geldiğini anlatır. Getirdiklerinin onları ve hayvanlarını doyurduğunu, herkesi büyük bir sıkıntıdan kurtardığını söyler. Bu sözleri üzerine Orhan Bey, Şeyhi ziyaret etmek ister. Bu konuşmalardan sonra, Orhan Bey ve askerleri Şeyhler Köyü’ne gelirler. Şeyh İsmail ile görüşüp onu ziyaret ederler. Şeyh İsmail, Orhan Bey ve kumandanın askerleri ile kendisini ziyarete gelmelerinden dolayı çok memnun olur. Şeyh İsmail bu sefer de Orhan Bey ile askerlerine de yemek verip ikramda bulunur. Orhan Bey ile kumandanları bu seferki ikramından dolayı da Şeyh İsmail’e teşekkür ederler. Onun bu yardım ve iyiliğine karşılık olarak da Çalıca ve Şeyhler köyleri ile dolaylarını bir beratla Şeyh İsmail’e vakf eder. Köyden Orhan Bey zamanından beri de devlet öşür almaz.
Hıdır Dede Türbesi (Taraklı)
Söylenceye göre; zamanın Padişahının parmağında bir yara çıkar ve o çağın tıbbi olanaklarıyla bu yara iyileştirilemez. Bu yarayı iyileştirecek hekim bulmak için dört bir yana haberciler salınırsa da olumlu bir sonuç alınamaz. Padişahın iyileşmekten umudunu kestiği günlerden birinde saraya şu haber gelir. Taraklı Yenice Karyesinde ikamet eden Hıdır Dede adında bir derviş vardır. Bulsa bulsa padişahın derdine bu derviş çare bulabilir. Bu sevindirici haberi alan padişah, dervişin İstanbul’a getirilmesi için ferman çıkarır. Bu işle görevlendirilen Tatar Taraklı’da Hıdır Dede ile karşılaşır. Tatar, İstanbul’a birlikte gitmeyi teklif eder, ancak derviş, “Var sen atına bin, git. Ben kendim gelirim” der. Ve Hıdır Dede seccadesini yola salıp “Ya Allah!” diye kerametle ve çok kısa sürede İstanbul’a varıp, saraya gelme nedenini anlatır. Padişahın karşısına çıkarılan derviş: “Padişahım seninle birlikte iki rekât hacet namazı kılacağız. Seccadelerimizin altında bir tür ot bitecek. Merheminizi bu ottan yapacağım. Yaranız sabah olunca Allah’ın izniyle iyi olacak” der. İkisi birlikte seccadelerini yere serip namaza dururlar. Namaz bitince Hıdır Dede padişaha: “Seccadenizi kaldırın padişahım!” der. Padişah seccadesini kaldırınca ot bitmediği görür. Hıdır Dede kendi seccadesini kaldırınca, ot yeşerdiği görülür. Bu ottan Hıdır Dede merhem yapar ve padişahın parmağındaki yaraya sürünce, yara kısa zamanda iyileşir. Padişah Hıdır Dede’nin yaptıklarına karşılık Hıdır Dede’nin kendisi ve evlatları adına bir ferman yazdırır. Bu fermana göre Hıdır Dede evlatları askerden, vergiden, öşürden muaf tutulur. Taraklı halkı eski zamanlarda insanlar hastalık veya dileklerinin gerçekleşebilmesi için buraya yürüyerek ziyarete gelmeyi makbul sayarlardı. Ziyaretçiler kurban ve lokmalarıyla buraya gelirler. Kurbanlarını burada kesip lokmaları orada dağıtmayı büyük sevap sayarlar. Bu lokmaların dertlere deva, hastalara şifa olacağı yönünde bir inanç vardır. Hıdır Dede Türbesi başta Taraklı halkı olmak üzere ziyaret edilmekte ve her yıl Haziran ayının ilk hafta sonu “Hayır Pilavı Şenlikleri” büyük bir katılım ile bu türbenin etrafında yapılmaktadır. Mevsimin kurak geçmemesi, bereketin bol olması ve diğer pek çok dileğin olması amacıyla adak ve kurban adanan bir türbedir.
Akyazılı Sultan Dede’nin Kardeşlerinin Türbeleri
Yedi Kardeş Evliyanın Toplanması
Çeşitli hastalıklar ve yağmur duası için gidilen Uludere’deki türbeyle ilgili inanışa göre, oraya bırakılan suyun ertesi sabah bittiği söylenmektedir. Ayrıca bu suyla ak saçlı bir ihtiyarın ibadet ettiğini görenler olmuştur.
Erenler Dede Türbesi (Hendek)
Kimilerine göre ilk İslâm misyonerlerinden olan Erenler Dede, Hendek’in meşhur yedi kardeş evliyalarından biridir. Anlatıldığına göre Erenler Dede’nin türbesi önceleri, eski adıyla “Horhor” yeni adıyla “62 Evler” denilen yerdeyken bir depremde su üzerinde yüzerek bugünkü yeri olan Nuriye Köyü’nün girişindeki yere gelmiştir.
Keremali Türbesi (Hendek)
Bugün Hendek’in güneyinde bulunan Keremali Dağı’ndaki türbe ile ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır: Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük yararlılıklar gösteren yedi kardeş evliyadan dördü ölünce geriye kalan Kerem, Ali ve Hasan bir kayıkla bugünkü Keremali tepesinin eteğine gelirler. Kerem ile Ali’nin kayıktan inmelerine rağmen, Hasan inmez. Diğerleri arkasından; “Dur Hasan” diye bağırırlar, ancak Hasan durmaz ve suda kaybolup gider. O günden sonra buraya “Durhasan” denilir. Sonrasında Kerem ile Ali ise savaşa savaşa yaralı bir halde tepeye kadar tırmanırlar ve tepede şehit olurlar. Onun için tepeye “Keremali Tepesi” denir. Bugün, çıktıkları yerlerdeki kan ve ayak izleri ile oturup ağladıkları yerler hâlâ bellidir. Halkın anlattığına göre savaşlarda Keremali’nin türbesinde top patlıyormuş. Nitekim Kıbrıs Savaşı’nda da bunu görenler olmuştur.
Sarı Dede Türbesi (Hendek)
Hendek’in Çay Mahallesinde bulunan Sarı Dede Türbesi ile ilgili çeşitli inanışlar vardır. Burada adaklar adanır, pilav dökülür, yağmur duası edilir. Ayrıca türbeye gelen kötü niyetli bir kişinin felç olduğu söylenir. Anlatıldığına göre, Karaçökekli Kemençeci İsmail Ağa, öküz arabasıyla türbenin yanından geçerken öküzlere vurduğunda, ak saçlı bir ihtiyar gelip hiddetle üç dört tokat atmıştır. Her türlü haksızlığa karşı olan erenler, sadece insanların değil hayvanların da koruyucusudur. Burada Sarı Dede, bir hayvanın canını yakan kişiyi cezalandırmıştır.
Vahap Dede Türbesi (Hendek)
Cam Dağı’nda bulunan Vahap Dede Türbesi ile ilgili efsaneye göre, Bizans’la yapılan savaşta Vahap Dede şehit düşer, kellesi kesilir. Kellesini koltuğunun altına alıp dağa çıkan dedeyi birisi görür. Vahap Dede orada kalır. Halk da onun durduğuna ve yattığına inandığı yerde türbesini yaptırır.
Karaca Ahmet Sultan Türbesi (Pamukova – Paşalar Köyü)
Pamukova-Paşalar Köyü, E-25 karayoluna 3 km. uzaklıkta, tarihi Paşalar Kalesi’nin güney eteğinde kurulur. Karaca Ahmet Sultan Türbesi ise, Paşalar Köyü hudutları içinde bulunan köy camii ile bitişik bir türbedir. Türbenin, Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından I.Murat döneminde vezir-i azamlık ve kazaskerlik görevini yürüten Çandarlı (Cendereli) Kara Halil Hayrettin Paşa’nın himayesindeki Akhisar (Pamukova) ilçesinde yaşadığı ve büyük bir evliya olduğu rivayet edilir. Karaca Ahmet Sultan’ın ismindeki “Karaca” simgesini geyiklerle kurduğu insanüstü ilişkiler ve onlarla konuşması rivayet edilerek bu ismi aldığı ve bu gibi birçok kerameti olduğu yöre halkı tarafından anlatılmaktadır. Karaca Ahmet Sultan’ın gösterdiği kerametler üzerine Hayrettin Paşa himayesi altındaki Paşalar Köyü arazisini Karaca Ahmet Sultan’a vakf eder. Ayrıca türbe ile ilgili yazılı olan Sened-i Hakani belgelerinden de bu arazinin bir vakıf arazisi olduğu doğrulanmaktadır. Şu anda köy tüzel kişiliğine ait bir arazi üzerinde bulunan türbede Karaca Ahmet Sultan, eşi ve üç çocuğuna ait olmak üzere toplam beş adet mezar bulunmaktadır. 1925 yılında Tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun çıkmasından sonra, türbeye ait örtülerin ve yazmaların nahiye müdürüne teslim edilir ve bu emanetlerin İzmit Müzesi’ne götürülür. Yine Karaca Ahmet Türbesi’nin içinde bulunan geyik boynuzlarının 20-25 yıl önce kaybolduğunu söylense de, Müze görevlileri tarafından tescil işleminin yapıldığı 1993 yılına ait çekilen fotoğraflarda geyik boynuzu açıkça görülmektedir.
Karıncalı Dede Türbesi (Arifiye – Adliye Köyü)
Adapazarı’nı Bilecik’e bağlayan E-25 Karayolunun Adliye Köyü mevkiinde yüksek bir kayanın üzerinde bulunan türbe adını, karıncalarla insanüstü ilişkiler kuran ve onlarla adeta konuşan bir Türkmen ermişinden aldığı söylenmektedir. Söylenceye göre karıncalar tarafından basılan bir köyün ahalisi Karınca Baba’ya başvururlar. Köylerini bu karıncalardan kurtarmasını isterler. Bu şahıs köye gelerek dua eder ve köyün karıncalardan kurtarılmasını sağlar. Bu olaydan sonra bu kişinin adı “Karınca Baba” olarak anılır. Çevreye zarar veren karıncaları da, onlarla konuşan ikna eden mübarek zat, karıncaları yanına toplamakta ve birlikte bir hayat sürmektedir. Hayatını adeta karıncalarla birlikte geçiren Türkmen ermişine, vasiyeti üzerine vefatında sonra söz konusu kayanın üzerinde mezar yapılmış olup, burası zamanla “Karıncalı Dede Türbesi”ne dönüşmüştür. Bu türbeyi ziyaret edenler dileklerinin kabulü için bölgede bulunan ağaçlara bez parçası astıkları ve karıncaların yemesi için pirinç bıraktıkları görülmüştür. Türbenin etrafının ağaçlıklı olması sebebiyle Karınca Baba’yı ziyarete gelenler burada piknik yaparlar.
KAYNAK:https://sakarya.ktb.gov.tr/TR-107078/efsaneler.html